18 Kasım geldi çattı ve Atatürk Havalimanı yoluna düştüm sabaha doğru. Şansıma Venezuela'dan bir arkadaş ile beraber dönüyordum Madrid'e kadar. Kapıda bizim görevliler akıllarına ne gelirse soruyorlar; Kimsin, ne işin var, hani davetiyen nerede? Hemen söyleyim hiçbir belge filan almadım yanıma ve yine de geçtim. Demek ki bilet yeterli oluyor sadece.
Madrid'e vardığımızda görevli pasaportum bomboş olmasına rağmen şöyle bir baktı ve geç dedi. (Boş pasaportlar sorun çıkarmıyor denildiği gibi.) Arkadaşımı uçağına bindirdim ve Bogota uçağını beklemeye başladım heyecanla. On buçuk saat havada pek kolay geçti diyemem. Zaten heyecandan uyku girmiyordu gözüme ve hava birtürlü kararmak bilmiyordu - zaman algım iyice ters düz oldu diyebilirim. İndiğimizde saat 19:30 olmuştu - yaklaşık 40 dakika gecikmiştim ve immigracion sırasında uzuuuun bir kuyruk oluşmuştu.
1 saat sonra sıra bana geldiğinde görevli benimle İspanyolca konuşmaya çalıştı, neyse çatpat derdimi anlattım ama 3 ay yerine 1 ay vize verdi ne yazık ki. Ne dediğini de anlamadım pek. Daha sonra valizimi beklemeye başladım ve o da gelmemişti hala. Bu arada telefon hattım çalışmıyordu ve Bogota'daki arkadaşımla saat 20'de kapıda buluşalım demiştik. Ya bekleyip giderse diye korkmaya başlamıştım çünkü telefonum olmadan ve 0 ispanyolca ile bir yer bulmam kendime zor değilse de imkansız olabilirdi. Valizimi aldım ve parmak basıp bir miktar döviz değiştirdim. 21'i biraz geçiyordu saat ve umutsuz bir şekilde adımımı attım dışarıya. "Kaan" diye bir ses işitince arkadaşımın annesiyle kalabalığın arasında bana seslendiğini anlamıştım. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam.Ekvatorun üzerinde olmamıza rağmen hava oldukça soğuktu ve 30 kiloluk valizimle biraz tuhaf hissetmeye başlamıştım.
Bogota'da rakım 2600 metre ve yorulunca vücut alışmadığından oksijen azlığı gerçekten hissediliyor. Ve birden inanılmaz susamıştım. İlk gün bolca su içmek gerekiyor. Bir arabaya atladık ve evin yolunu tuttuk. Bogotalılar da bizim gibi yolları delik deşik etmeyi seviyor diyebilirim. Her yerde bir inşaat olması ayrıca bu şehrin ilk etapta gözüme koca bir şantiye gibi görünmesine yol açmıştı. Diana da bu süren inşaatlardan sıkıldığını söyledi.
1 saat sonra sıra bana geldiğinde görevli benimle İspanyolca konuşmaya çalıştı, neyse çatpat derdimi anlattım ama 3 ay yerine 1 ay vize verdi ne yazık ki. Ne dediğini de anlamadım pek. Daha sonra valizimi beklemeye başladım ve o da gelmemişti hala. Bu arada telefon hattım çalışmıyordu ve Bogota'daki arkadaşımla saat 20'de kapıda buluşalım demiştik. Ya bekleyip giderse diye korkmaya başlamıştım çünkü telefonum olmadan ve 0 ispanyolca ile bir yer bulmam kendime zor değilse de imkansız olabilirdi. Valizimi aldım ve parmak basıp bir miktar döviz değiştirdim. 21'i biraz geçiyordu saat ve umutsuz bir şekilde adımımı attım dışarıya. "Kaan" diye bir ses işitince arkadaşımın annesiyle kalabalığın arasında bana seslendiğini anlamıştım. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam.Ekvatorun üzerinde olmamıza rağmen hava oldukça soğuktu ve 30 kiloluk valizimle biraz tuhaf hissetmeye başlamıştım.
Bogota'da rakım 2600 metre ve yorulunca vücut alışmadığından oksijen azlığı gerçekten hissediliyor. Ve birden inanılmaz susamıştım. İlk gün bolca su içmek gerekiyor. Bir arabaya atladık ve evin yolunu tuttuk. Bogotalılar da bizim gibi yolları delik deşik etmeyi seviyor diyebilirim. Her yerde bir inşaat olması ayrıca bu şehrin ilk etapta gözüme koca bir şantiye gibi görünmesine yol açmıştı. Diana da bu süren inşaatlardan sıkıldığını söyledi.
Eve vardık. Diana'nın diğer iki kardeşiyle tanıştım. Aslında gerçek kardeşleri değil bu arada. Geçtiğimiz senelerde iki üvey kardeş edindiğini söyledi bana. Kolombiya'nın yerli halkından bu insanlar ve aynı evde aile gibi olmuşlar. Bir kez daha etkilenmiştim. Daha sonra mutfağa geçtik. Musluktan su içebilmek güzel bir duygu. Hemen bir şeyler hazırlamaya başladılar. Muza benzeyen bir meyve vardı. Ne olduğunu sorunca patacon isimli bir meyve olduğnu öğrendim. Fakat muz gibi tatlı değildi. Dilim dilim kesip kızarttılar ve ikram ettiler. Platano deniyormuş. İçimden daha bu başlangıç diyordum.
Çok yorgun olduğumdan arkadaşımın odasına geçtik. Kendi yatağını vermek istedi fakat ben yer yatağında yatmak istedim. Bu arada Türkiye'den getirdiğim lokum, kahve gibi hediyeleri verdim. Lokuma gerçekten bittiler diyebilirim. Lokum da bitti zaten hemen. Bir paket daha verdim :)
Uyandığımda inanılmaz bir baş ağrısı ve mide bulantısı hissediyordum. Yükseklik insanı hasta edebiliyor burada gerçekten. Arkadaşım kahvaltı hazırlayacağını söyledi. Kolombiya çikolatası ile hazırlanan sıcak çikolata ve yumurta ile klasik bir kahvaltı yaptık. Daha sonra hazırlanıp yola düştük. İlk durağımız arkadaşımın üniversitesi La Nacional olacaktı. Bizim minibüslere benzer bir araca atlayıp üniversiteye ulaştık. Üniversite beni baya şaşırttı diyebilirim. Her yer devrimci sloganlarla bezenmiş ve bir çok yerde Che Guevara'nın resmi bulunuyor. Diğer bir resim Camillo Torres'e ait - ELN isimli gerillanın kurucusu kendisi ve aynı zamanda bir rahip. Sadece Latin Amerika'da bu tip bir şey mümkün sanırım :) Che'ye kimse dokunamıyor ama Camillo'nun resmi sürekli sağcı dekan tarafından siliniyor - öğrenciler yeniden çiziyor tabi ki.
Universidad Nacional - Che Meydanı
Üniversitede Poi denemem
Akşam olduğunda şehrin yedinci cadde isimli yerine geldik; carrera septima deniyor. Her cuma trafiğe kapatılınca Septimaso diyorlar caddeye. Bizim İstiklal'i andırıyor biraz; sokakta çeşitli gösteriler yapan sanatçılar bulunuyor. Yolda tesadüf eseri Kolombiyalı bir türkçe öğretmeni olan Natalie ile karşılaştık. Natalie bir sene Türkiye'de yaşamış, hatta Kadıköy'de Barrio Latino isimli bir bar bile açmışlar ama CHP'nin onları siz yabancısınız diye istemediğini belirtti, yabancı birinin CHP'yi muhafazakar olarak nitelemesi gerçekten enteresan.
Hep beraber Candeleria adlı şehrin en eski bölgesine yol aldık. Yol üzerinde bir kültür merkezinde inanılmaz bir salsa gösterisi sonrası şehrin bu koloniyal özelliklerini kaybetmemiş yerinde geziniyorduk. Sağdan soldan sık sık burnumuza ulaşan marijuana kokusu hiç yabancı değil buralara. Candeleria şehrin en turistik bölgesi ve clubların, barların çoğu da burada bulunuyor. Chorro oldukça otantik bir meydan ve gençlerin uğrak yerlerinden birisi. Burada oturup biralarımızı yudumladık; yerel biralar gerçekten ucuz burada. 30'luk 2500 peso, TL ile 2 lira. Market fiyatlarını sormadım bile :)
Salsa!
Akşam biraz daha ilerleyince daha hareketli bir yerlere gitmeye karar verdik. Diana, Juan Chaco isimli bir salsa barından söz etti; Chorro'dan aşağı doğru sıralanan barların arasından ulaştık, hemen yanında latinlerin sık sık atıştırmalık olarak tükettikleri arepalardan aldık. Salsa barda ilk başta herkesi oturur görünce şaşırmıştım ama biraz sonra çifter ortaya çıkmaya başladı. Diana ısrar ettiyse de dans edecek cesareti bulamadım :) Kolombiyalılar için son derece normal bir şey salsa ve her ne kadar karmaşık görünüyorsa da hemen hemen hepsi son derece doğal bir şey gibi dans ediyor. İlerleyen günlerde salsa öğrenmem gerekecek, neyse ki her kolombiyalı aynı zamanda bir dans öğretmeni :) Burada da bira aynı fiyat. Mojito ya da Vodka 5 lira civarı. Aguardiente gibi içkiler litreyle masanıza geliyor ve ortak içiliyor.
İlk gün bütün heyecanıma rağmen son derece keyifli geçti diyebilirim. Kolombiya daha pek çok şey vaad ediyor.